İrfan O. Hatipoğlu/Yazar
İçinde yaşadığımız günler; yurttaşlar olarak birçok şeyi görmemizi, duymamızı, bilmemizi engel oluyor. Önceliklerimizi farklı yöne çekiyor. Oysa siyasal İslamcı iktidar ülkemizi sinsice Ortaçağ karanlığı içine doğru sürüklemekte. Sistemli bir şekilde cumhuriyetin kurumlarının işlevlerini değiştiriyor. Yozlaştırıyor ve çökertiyor. Bu kurumların başında üniversiteler gelmektedir. Tek adam yönetimi tarafından ‘tutsak’ alınan akademik yaşam; bilimden, uygarlık edinimlerinden hızla uzaklaşırken ne siyasal partilerin, sivil toplum örgütlerinin ne de aydınların/yurtseverlerin gündeminde. Adeta “ölü taklidi” yapılarak, aydınlanmanın merkezi olması gereken kurumların karanlığa gömülmesi görmezlikten geliniyor.
Üniversitelerin aydınlık yüzünün karartılması, kimliksizleştirilmesi, yozlaştırılması girişimi; Eylül darbecilerinin, üniversitelerin özgür/özerk yapısını yok etmesiyle başladı. Sonrasında değişik entrikalarla, hukuk dışı uygulamalarla, zihinleri zorlayan gerekçelerle aydınlanmacı/yurtsever akademisyenler sistemin dışına itildi. Bilimi önceleyen kurumsal kimliğinde, insan kaynağında dönüşü olmayacak yıkımlar yapıldı. Akademik gelenek parçalandı, yok edildi. Ayrıştırıcı, kayırmacı sistem kurularak “biat” kültürü yerleşik durumuna geldi. Türk-İslam sentezci, dinci güruh eliyle zihinleri tutsak alan Ortaçağ öğretisi egemen kılındı. Çökertilen akademi, iktidara gelen siyasal İslamcılar tarafından da tarikatların/cemaatlerin ‘arka bahçeleri’ durumuna dönüştürülerek, akademisyenler “kul/mürit” yapıldı. Koridorlarında bilim konuşmak yerine, “şeytanlardan nasıl korunmalıyız” tartışması yapılır oldu.
Üniversitelerde yapılan yıkımın en yakıcı olanı, akademisyenlerin “kul/mürit” durumuna getirilmesidir. Şeyh mürit ilişkisi, akademiden bilim ahlakını, çağdaş düşünmeyi, uygarlık edinimlerini alıp götürdü. Yerine intihalci (bilim hırsızı) entrikacı, ayrıştırıcı, kayırmacı, liyakatsiz, iki yüzlü, kamusal duyarlıktan yoksun bir akademinin oluşmasına neden oldu. Akademide bilgi üretilmediği gibi bilgiyi aktarma, yayma görevi de evrensel ölçütlerde yapılamıyor. Gençlerimiz bilgisiz, analitik düşünmeden yoksun, özgüveni olmayan, edilgen olarak yetişiyor. Yine, akademik ölçütlerin dışına çıkılarak; siyasal İslamcı iktidarın izdüşümünde “öfkeli, biat eden” yandaş kitle oluşturmak için yapılan açıklama/değerlendirmeler -yazılı/görsel ve sosyal medyada- ile bilgi kirliliği oluşturulmakta. Toplum da umutsuzluğun yerleşmesine, güvensizliğin derinleşmesine katkı yapılmaktadır.
Üniversite/akademideki egemen yapı sürdürülebilir değildir. Kamusal duyarlılığın yitirilmesi, bilimin/bilginin itibarsızlaştırılması yalnızca akademinin sorunu olarak alınamaz. Çünkü karanlık güçlerin yenilmesi, ülkede hukukun egemen kılınması, insan -özellikle kadın- haklarının korunması, aydınlanmanın, uygarlık değerlerinin yeniden yeşermesi üniversitelerde özgür/özerk yapının kurulması ve koridorlarında bilimin egemen olmasıyla yakından ilintilidir.
Aydınlar yurtseverler olarak duyarlılığımız, Boğaziçi akademisyenlerine verilen destekle sınırlı kalırsa, yakın gelecekte yeni bir “33 üniversite reformu” yapacak M. Kemal’in gelmesini beklemek zorunda kalabiliriz.